Ben bir sokak lambasıyım, köy meydanında

Bu hikâye asla birbirlerine kavuşamayacaklarını bilen iki sokak lambasının hikâyesidir. Karşılıklı iki kaldırımda, puslu sarı ışıkları ile yanan iki sokak lambasının.
Belediye işçileri birini Faruk Eczanesi’nin önüne, diğerini ise Köşem Market’in önüne yerleştirmişti. Köşem Market adından anlaşılabileceği üzere sokağın tam köşesindeydi. Pek fazla müşterisi yoktu etrafındaki süper marketler yüzünden. Ama halinden memnundu. Hem komşu teyzeye margarin veya ekmek almak için gelen İlker’i de pek severdi. Sahibinin tamahkârlığından dolayı da çok gururluydu. Sadece Mehmet Bey ve Saniye Hanım’a yetecek kadar para kazandırıyordu ama Mehmet Bey müşterisi gelmese bile sabah altıda kepenklerini kaldırır ve kocaman gülümsemesi ile “Günaydın” derdi. İşte bu yüzden o da hayatından çok memnundu.
Faruk Eczanesi ise hastalıklara çare bulduğu için işini seviyordu ama ona ona asla sağlıklı biri gelmezdi. Her gelenin bir derdi olurdu. Bazen o kadar üzücü şeyler duyardı ki elinde olsa kepenkleri indirir ve sahile daha yakın kasabada birahane olurdu ama işti işte, yapabileceği bir şey yoktu. Marketle diyalogları genelde İlker sayesinde olurdu. İlker sayesinde birbirlerinden ve sokakta olan bitenden haberleri olurdu. Mesela geçen hafta İlker, Saniye Teyze için grip aşısı yapar mı diye Faruk Amca’sına sormaya gelmişti. Faruk Bey aksi bir adamdı ve niye kendi gelmiyor diye İlker’i azarlamıştı. İlker ise her zamanki sakinliğiyle omuzlarını kaldırıp ellerini açmıştı. Elçiye zeval olmaz dermişçesine. Faruk Bey homurdandı filan ama kıyamadı, “yaşlı derdi de hiç çekilmiyor” diye homurdana homurdana gitti aşıyı yapmaya. Biliyordu ki grip olsa iğnesiydi, serumuydu derken daha masraflı olacaktı Saniye Hanım.
Belediye işçileri lambaları değiştirmeye geldiğinde ikisi de şaşırmıştı. Onlar başka devrin dükkânlarıydı ve müsrifliği hiç sevmezlerdi. Ne gerek vardı değiştirmeye, ne güzel çalışıyorlardı. Onların umurunda olmasa da belediyenin umurundaydı, çünkü yerel seçimler yaklaşıyordu. İş yapıyormuş gibi görünmek zorundalardı. Birbirlerinden habersiz aynı anda “cık” ladılar üç defa. Bu sırada belediye işçileri toprağı delmeye ve elektrik hattını çekmeye başlamışlardı. Sesi duyan İlker koşarak Köşem Market’in önünden geçti. Faruk Eczanesi tedirgin oldu, kalp atışları hızlandı İlker düşecek de bir yerlerini yaralayacak diye. Hep yaralardı ya gerçi, koşmasa da kendini incitmek için bir yol bulurdu. Sonra da Faruk Amca’ya dolayısıyla ona koşardı ağlaya zırlaya. İşçilerin etrafında fır döndü, hepsiyle konuştu, büyüyünce elektrik tesisatçısı olmak isteğini söyledi. İşçiler güldüler ama İlker’i pek sevdiler. Sonunda havanın kararmasına yakın işçiler işlerini bitirdiler ve gittiler ama İlker gitmedi. Yandıklarını görmek için bekledi. Ta ki annesi beline kadar balkondan sarkıp “Akşam ezanından sonra eve girmek yok demedim mi ben sana, çabuk eve yoksa yersin terliği. Baban geldi, hadi.” diyene kadar. İlker eve gitti. Mehmet Bey Saniye Hanım’a, Faruk Bey ise ailesine kavuşmak için hızlı hızlı kepenkleri indirip gittiler. Şimdi sokak sessiz ve alacakaranlıktı.
Son ışık huzmeleri de kaybolduğunda lambalar mahcup bir şekilde yandı. Dünyaya gözlerini yeni açan iki bebektiler artık, sadece daha yaşlıydılar. Gördükleri ilk şey birbirlerinin puslu sarı ışıklarıydı. 3,5 yıldır aynı depoda ve birbirlerini hiç bilmeden mi beklemişlerdi. Haksızlıktı bu. Şimdi de karşı kaldırımlarda sabitlenmişlerdi. Birbirlerinin ne düşündüklerini, nasıl hissettiklerini bile biliyorlardı. Biri diğerinin bedenindeki enerjiyi hissedebiliyordu. Nasıl oluyor bilmiyorlardı ama oluyordu işte. Ayrı bedenlerdeki tek enerjiydi onlar. Birbirlerine asla dokunamayacak iki ayrı beden. Tüm gece birbirlerine baktılar. Hiç söz söylemeden ama sürekli konuşarak. Sonunda güneş yine hükümdarlığını ilan etmeye başladı. Üzerlerine düşen ilk parlaklıkla ne olduğunu bile anlamadan dünya ile bağlantıları kesildi. Sokak aydınlanırken, onlar kendi içlerindeki karanlığa hapsoldu.
Sonunda yine akşam oldu ve birbirlerine kavuştular. Yine sadece baktılar. Dokunmadılar, koklamadılar ama birbirleri hakkında her şeyi biliyorlardı. Biliyorlardı ki aradaki mesafe birbirlerini hissetmelerine engel değildi. Bu bile yeterliydi. Onların vuslatı geceydi. Aynı anda güneşten nefret ettiler ve onu yok etmenin yollarını aradılar sabaha kadar. Sonra yine o geldi ve her şey karardı. Kendilerine geldiklerinde garip bir pişmanlık içindeydiler. Birbirleri için dünyanın ışığını yok etmeyi mi düşünmüşlerdi dün gece. Nasıl bu kadar ileri gidebilmişlerdi. Köşem Marketin önündeki lamba sırtını dönmüştü diğerine, istemediğini hissettirmişti. Elinde olsa kalkıp giderdi ama gidemedi. Bu halde 2 gece geçmişti, dünya için 2 gün. Sonra tekrar döndü sevdiğine, artık ikisi de güneşe zarar vermeyecekti. Böylece geceler geçti. Onlar bu vuslatla yetindi. Faruk Eczanesi de, Köşem Market de sokaktaki bu sevgiyi her kum tanelerinde hissettiler.
****
Günün birinde hiç beklenmedik bir saatte aydınlandılar. Garipti bu, beklemedikleri bir zamandı. Yanlarından geçen insanlar güneş tutulması diye bir şeyden bahsettiler. Aman, neyse neydi vakitsiz bir anda birbirlerini gördüler. Yeterdi. Deli gibi koşan bir çocuk geçti yanlarından. Koşarken yola fırladı gelen arabayı görmeden. Araba biraz hızlı mıydı? Çocuğa vurmamak için hamle yaptı ama olduğu yerde kaydı ve tamponuyla çocuğa çarptı, sonra Faruk Eczanesi’nin önündeki lambaya. Her şey çok hızlı oldu. O lambanın ışığı söndü, balkonda bir kadın bastığı feryadın ardından bayıldı. Eczaneden çıkan adam çocuğu kucakladığı gibi içeri soktu. Ama lamba, adamın yüzünden anlamıştı ki sönen sadece sevdiğinin ışığı değildi. O çocuk vuslatını asla yaşayamayacaktı, sevdiğine sarılıp onu içine çekemeyecekti. Kendisi şanslıydı. En azından diğer lamba var olmuş ve onu sevmişti. Çocuk için üzüldü. Sonra güneş yine kendini gösterdi ve her şey karardı o lamba için. Bir daha asla Bu hikâye asla birbirlerine kavuşamayacaklarını bilen iki sokak lambasının hikâyesidir. Karşılıklı iki kaldırımda, puslu sarı ışıkları ile yanan iki sokak lambasının.
Belediye işçileri birini Faruk Eczanesi’nin önüne, diğerini ise Köşem Market’in önüne yerleştirmişti. Köşem Market adından anlaşılabileceği üzere sokağın tam köşesindeydi. Pek fazla müşterisi yoktu etrafındaki süper marketler yüzünden. Ama halinden memnundu. Hem komşu teyzeye margarin veya ekmek almak için gelen İlker’i de pek severdi. Sahibinin tamahkârlığından dolayı da çok gururluydu. Sadece Mehmet Bey ve Saniye Hanım’a yetecek kadar para kazandırıyordu ama Mehmet Bey müşterisi gelmese bile sabah altıda kepenklerini kaldırır ve kocaman gülümsemesi ile “Günaydın” derdi. İşte bu yüzden o da hayatından çok memnundu.
Faruk Eczanesi ise hastalıklara çare bulduğu için işini seviyordu ama ona ona asla sağlıklı biri gelmezdi. Her gelenin bir derdi olurdu. Bazen o kadar üzücü şeyler duyardı ki elinde olsa kepenkleri indirir ve bir Ege kasabasında birahane olurdu ama işti işte, yapabileceği bir şey yoktu. Marketle diyalogları genelde İlker sayesinde olurdu. İlker sayesinde birbirlerinden ve sokakta olan bitenden haberleri olurdu. Mesela geçen hafta İlker, Saniye Teyze için grip aşısı yapar mı diye Faruk Amca’sına sormaya gelmişti. Faruk Bey aksi bir adamdı ve niye kendi gelmiyor diye İlker’i azarlamıştı. İlker ise her zamanki sakinliğiyle omuzlarını kaldırıp ellerini açmıştı. Elçiye zeval olmaz dermişçesine. Faruk Bey homurdandı filan ama kıyamadı, “yaşlı derdi de hiç çekilmiyor” diye homurdana homurdana gitti aşıyı yapmaya. Biliyordu ki grip olsa iğnesiydi, serumuydu derken daha masraflı olacaktı Saniye Hanım.
Belediye işçileri lambaları değiştirmeye geldiğinde ikisi de şaşırmıştı. Onlar başka devrin dükkânlarıydı ve müsrifliği hiç sevmezlerdi. Ne gerek vardı değiştirmeye, ne güzel çalışıyorlardı. Onların umurunda olmasa da belediyenin umurundaydı, çünkü yerel seçimler yaklaşıyordu. İş yapıyormuş gibi görünmek zorundalardı. Birbirlerinden habersiz aynı anda “cık” ladılar üç defa. Bu sırada belediye işçileri toprağı delmeye ve elektrik hattını çekmeye başlamışlardı. Sesi duyan İlker koşarak Köşem Market’in önünden geçti. Faruk Eczanesi tedirgin oldu, kalp atışları hızlandı İlker düşecek de bir yerlerini yaralayacak diye. Hep yaralardı ya gerçi, koşmasa da kendini incitmek için bir yol bulurdu. Sonra da Faruk Amca’ya dolayısıyla ona koşardı ağlaya zırlaya. İşçilerin etrafında fır döndü, hepsiyle konuştu, büyüyünce elektrik tesisatçısı olmak isteğini söyledi. İşçiler güldüler ama İlker’i pek sevdiler. Sonunda havanın kararmasına yakın işçiler işlerini bitirdiler ve gittiler ama İlker gitmedi. Yandıklarını görmek için bekledi. Ta ki annesi beline kadar balkondan sarkıp “Akşam ezanından sonra eve girmek yok demedim mi ben sana, çabuk eve yoksa yersin terliği. Baban geldi, hadi.” diyene kadar. İlker eve gitti. Mehmet Bey Saniye Hanım’a, Faruk Bey ise ailesine kavuşmak için hızlı hızlı kepenkleri indirip gittiler. Şimdi sokak sessiz ve alacakaranlıktı.
Son ışık huzmeleri de kaybolduğunda lambalar mahcup bir şekilde yandı. Dünyaya gözlerini yeni açan iki bebektiler artık, sadece daha yaşlıydılar. Gördükleri ilk şey birbirlerinin puslu sarı ışıklarıydı. 3,5 yıldır aynı depoda ve birbirlerini hiç bilmeden mi beklemişlerdi. Haksızlıktı bu. Şimdi de karşı kaldırımlarda sabitlenmişlerdi. Birbirlerinin ne düşündüklerini, nasıl hissettiklerini bile biliyorlardı. Biri diğerinin bedenindeki enerjiyi hissedebiliyordu. Nasıl oluyor bilmiyorlardı ama oluyordu işte. Ayrı bedenlerdeki tek enerjiydi onlar. Birbirlerine asla dokunamayacak iki ayrı beden. Tüm gece birbirlerine baktılar. Hiç söz söylemeden ama sürekli konuşarak. Sonunda güneş yine hükümdarlığını ilan etmeye başladı. Üzerlerine düşen ilk parlaklıkla ne olduğunu bile anlamadan dünya ile bağlantıları kesildi. Sokak aydınlanırken, onlar kendi içlerindeki karanlığa hapsoldu.
Sonunda yine akşam oldu ve birbirlerine kavuştular. Yine sadece baktılar. Dokunmadılar, koklamadılar ama birbirleri hakkında her şeyi biliyorlardı. Biliyorlardı ki aradaki mesafe birbirlerini hissetmelerine engel değildi. Bu bile yeterliydi. Onların vuslatı geceydi. Aynı anda güneşten nefret ettiler ve onu yok etmenin yollarını aradılar sabaha kadar. Sonra yine o geldi ve her şey karardı. Kendilerine geldiklerinde garip bir pişmanlık içindeydiler. Birbirleri için dünyanın ışığını yok etmeyi mi düşünmüşlerdi dün gece. Nasıl bu kadar ileri gidebilmişlerdi. Köşem Marketin önündeki lamba sırtını dönmüştü diğerine, istemediğini hissettirmişti. Elinde olsa kalkıp giderdi ama gidemedi. Bu halde 2 gece geçmişti, dünya için 2 gün. Sonra tekrar döndü sevdiğine, artık ikisi de güneşe zarar vermeyecekti. Böylece geceler geçti. Onlar bu vuslatla yetindi. Faruk Eczanesi de, Köşem Market de sokaktaki bu sevgiyi her kum tanelerinde hissetiler.
****
Günün birinde hiç beklenmedik bir saatte aydınlandılar. Garipti bu, beklemedikleri bir zamandı. Yanlarından geçen insanlar güneş tutulması diye bir şeyden bahsettiler. Aman, neyse neydi vakitsiz bir anda birbirlerini gördüler. Yeterdi. Deli gibi koşan bir çocuk geçti yanlarından. Koşarken yola fırladı gelen arabayı görmeden. Araba biraz hızlı mıydı? Çocuğa vurmamak için hamle yaptı ama olduğu yerde kaydı ve tamponuyla çocuğa çarptı, sonra Faruk Eczanesi’nin önündeki lambaya. Her şey çok hızlı oldu. O lambanın ışığı söndü, balkonda bir kadın bastığı feryadın ardından bayıldı. Eczaneden çıkan adam çocuğu kucakladığı gibi içeri soktu. Ama lamba, adamın yüzünden anlamıştı ki sönen sadece sevdiğinin ışığı değildi. O çocuk vuslatını asla yaşayamayacaktı, sevdiğine sarılıp onu içine çekemeyecekti. Kendisi şanslıydı. En azından diğer lamba var olmuş ve onu sevmişti. Çocuk için üzüldü. Sonra güneş yine kendini gösterdi ve her şey karardı o lamba için. Bir daha asla aydınlanmayacaktı.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir