Bana Bi Masal Anlatman İçin
Dağların ardında, yabancı bir şehrin serin rüzgarlarında umutlu esintiler bulan ve bu esintileri özlemine karıştıran bir adam…
Bu şehirde geçirdiği zamanlar boyunca birlikte yaşamaya artık iyiden iyiye alışmaya başladığı, göğsünün ortasına kimi zaman ufak bir yanma hissiyle birlikte gelen ve doğruca vücuduna, parmak uçlarına kadar ulaşan özlem zerrecikleri…
O, bu uzak şehirdeki umutlu esintilerine bırakırken kendini; esmer tenli, zaten kırmızı ve dolgun olan dudaklarının birer yakut tanesini andırmasına neden olan, yaşamın o şefkatli ışığını sevdiklerine yansıtan büyük ve güzel gözlerini uzun bir yola dikmiş bir kadın onu düşünüyordu. Bir eliyle uzun, siyah-gri tüyleri olan uslu bir kediyi seviyordu. Düşünceleri daha kelimelere dökülmeden başka düşüncelere, bu düşünceler de içindeki keskin özlemle karışıyor, tüm bu his ve düşünce yumağı aklının uzak yerlerine dağılıyor ve sonunda herhangi bir şey söylemeden sabırlı bir sessizliğe bürünüyordu.
Bu sessizlik anlamlıydı. Umutlu bir masalın başlarında, önemli iki cümle arasında bırakılan bir nefeslik süre kadar anlamlıydı.
Yamaçları birbirine bakan iki farklı dağda, güneş arkalarında kalsa bile yüzlerini birbirlerine dönmeye hazır iki çiçek gibiydiler. Yüzleri birbirine dönük, iki ayrı yamaçta iki umutlu çiçek… İkisi de aralarındaki uzaklığın farkındaydılar. Ancak güneşin o sonsuz cömertliğine ve hayata tutunmanın güzelliğine inanmışlardı. Tek istedikleri yan yana olmaktı. Uzak dağdaki çiçek biliyordu; yapraklarını uzatamazdı diğer yamaca. O “rengarenk” eşini sarmalamaya…. Sonra düşündü birden; belki kendisine hayat veren toprağa köklerini salarsa, her gün biraz daha, sadece bir milim daha yaklaşırsa, renklerinin her biri için güneşin ona verdiği her şeyden vaz geçmeye hazır olduğu, bu yüzden uğruna yüzünü güneşe değil diğer yamaca döndüğü o güzel eşinin köklerini bulabilir ona sımsıkı sarılabilirdi. İkisine de hayat veren toprağın içinden geçerek onun köklerini bulacak ve olanca aşkıyla sarılacaktı. Böylece aynı yamaçta yan yana olan çiçeklerden bile güçlü olacaklar, birbirine dolanmış köklerinden gövdelerine giden hayat sularını an be an birlikte paylaşacaklardı…
Şimdi ben uzak yamaçtaki o yalnız çiçeğim. Her gün biraz daha bırakıyorum köklerimi toprağa. İki uzak çiçeği yan yana duran çiçeklerden bile daha güçlü kılmak için… Ucu bucağı olmayan bu karanlık toprağın içinde kendime bir yön bulmamı sağladığın için… O “rengarenk” eşimin köklerini bulmak için… Seni bulmak için… Küçükken çizdiğin dağların yanına sevimli bir çöp adam ekleyebilmek için… Seni özlediğim her gün köklerim biraz daha yaklaşıyor sana.
Döndüğümde bana böyle bir masal anlatman için…
Işıklar içinde uyu…
cok begendim